Bu yılın başında, Keşfet Fonumuz ile keşfetmeyi mümkün kılan şirketleri, kuruluşları, toplulukları ve bireyleri desteklemek için 1 milyon € bağışladık. Bu kuruluşlardan biri de doğayla ilişki kurmalarını sağlayarak farklı ırklara mensup şehirlilerin daha sağlıklı olmalarını sağlayan Londra merkezli bir hayır kurumu olan Wild in the City’dir. Daha fazla bilgi almak için Wild In The City yöneticilerinden Beth Collier ile görüştük.
WILD IN THE CITY
Covid-19 krizinin ortaya çıkardığı olumlu bir şey varsa o da insanların doğayla yeniden ilişki kurmalarını sağlamasıdır. Kapanmayla bu hak elimizden alınınca, doğada zaman geçirmenin ne kadar önemli olduğunu farkına vardık. Doğa her zaman insanların teselli bulmak, yenilenmek, enerji depolamak ve empati kurmak için yöneldiği bir kaynak olmuştur.
Ancak, 2020 yılı doğanın benzersiz bir öneme sahip olduğunu da gösterdi. Doğa aramızda ayrım yapmaz ve hepimize kucak açar. Ne yazık ki ırkçılık, değişmeyen kültürel davranışlar, yanlış bilgiler ve bilgi eksikliği gibi sayısız nedenden dolayı herkes doğanın keyfini eşit bir şekilde süremez.
Wild in the City bunu değiştirmeye çalışıyor. “Siyahiler ve Asyalılar çevre konusunda yeterli şekilde temsil edilmemekte ve bazıları bu alanda hoş karşılanmamaktadır,” diyor Beth. “Öğrenmek, keşfetmek ve eğlenmek için doğada bir araya gelen farklı ırklardan insan topluluğunun bir parçası olmak insanlara ait olma hissini aşılıyor ve yalnız olmadıklarını hissettiriyor.”
Beth çevre dostu bir psikoterapist ve Wild in the City’de eko terapi adını verdiği programlarla ormanda hayatta kalma becerileri ve doğa tarihi konusunda ders veriyor. Bu programlar insanların doğayla ilişki kurmalarına ve eskiden var olan doğa sevgilerini yeniden canlandırmalarına veya daha önceden doğayla hiçbir ilişkisi olmayan kişilere doğa sevgisi aşılamaya yardımcı oluyor.
Wild in the City’nin işinin büyük bir bölümü insanlara doğaya ulaşmak ve ondan faydalanmak için uzaklara gitmeleri gerekmediğini göstermek. Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri olan Londra’nın %47’si yeşillik alanlardan oluşmaktadır. Aynı zamanda, ormanlar, çiftlikler ve açık alanlarla çevrilidir. Wild in the City herkese açık olan doğada ve vahşi alanlarda en az yarım saat geçirilebileceğine inanıyor.
DOĞA TERAPİSİ
Wild in the City doğada hayatta kalma becerileri gibi programlarıyla ‘doğada vakit geçirmeye alışkın olmayan ve özellikle doğayla ilişki kurmak konusunda kendini güvende hissetmeyen’ kişileri destekler. Eko terapiyi kullanarak insanların ‘yeşil alanlarda kendilerini rahat hissetmelerine ve doğada zaman geçirmenin sağlıklı bir yaşam tercihi olduğunu görmelerine’ yardımcı olur.
Algıları değiştirir, engelleri ortadan kaldırır ve doğada eşitliği sağlamaya yardımcı olur. Doğaya ulaşabilmek için çok büyük bir çaba göstermek gerekmez. İnsanların evimizin hemen dışındaki doğayı farkına varmalarını ve kıymetini bilmelerini sağlar. Doğayla iletişim kurmak denilince asıl önemli olan ormanlara gidip gitmediğimiz değil, etrafımızdaki doğada ne sıklıkla vakit geçirdiğimizdir.
“İnanılmaz bir atmosfer,” diyor Beth. “İnsanlar kırsaldaki doğa yürüyüşlerinde veya kamp ateşinin etrafında bize katıldıklarında bağ kuruyorlar, rahatlıyorlar ve doğanın keyfini çıkarıyorlar.”
Wild in the City’nin hikayesi de benzer çok sayıda hikayeden biri. Keşfet Fonunun ekstra Covid 19 para yardımları sayesinde keşfetmeyi mümkün kılan 20’den fazla farklı kuruluşa ve gruba yardımcı olabiliyoruz. Bu hikayelerden beş tanesi daha:
Urban Uprising, Birleşik Krallık